1 Haziran 2011 Çarşamba

Endüstri  Devrimi sonrası, sanayi kentlerinde hızla artan cevre kirliliği,sağlıksız ve yaşam standartları düşük konut alanları ve yetersiz altyapı hizmetleri, sağlıksız kentler meydana getirdi.19 yy’ın ikinci yarısında kenti daha sağlıklı , temiz ve yaşanabilir kılmayı amaçlayan “Park Hareketi”ni, kent merkezlerinde geniş cadde ve bulvarların açılmasını kapsayan kentsel yenileme projeleri izledi.“20. yy’daModernist Hareket”, kentlerdeki yenileme stratejilerine öncülük etti. “Modernist Hareket” kentin sağlıksız kısımlarının yıkılması, daha fazla yeşil alan ve yüksek kütlelerle yeniden planlanması üzerine kurulmuştu.1960’lar ve 1970’lerin başlarında ise kentsel iyileştirmeye öncelik verilerek, fiziksel bozulma ile toplumsal bozulma arasındaki doğrudan bağlantı artık kabul edilmiş ve projelerde daha toplumsal bir strateji izlenmeye başlanmıştı. Dönemin dönüşüm projelerinde kenar mahalleler ve kent çeperleri öncelik kazandı.1980’lerin dönüşüm projelerinin odağında ise kentin boşaltılmış, atıl ve çöküntü haline gelmiş alanlarının ekonomik olarak canlandırılması vardı.1990 sonrası kentsel dönüşümde kullanılan en yaygın müdehale biçimi, kentsel iyileştirme ve yeniden canlandırma oldu.Bu soruna Türkiye'de bulunan çözüm gecekondular oldu. 2. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye hızlı bir kentleşme yaşadı. Nüfusun kentlerde hızla yığılmasına karşın, kentlerde bu gelenleri barındıracak koşullar ve altyapı hazırlanmamıştı. Şehre yeni gelenler yaşayacak konut bulamadıklarından dolayı boş buldukları kamu arazilerine gecekondular diktiler. Gecekondular adeta köyü aynen kente taşımıştı.Bugün kapitalist sistemin gelişmesi ve kentlerin büyümesiyle birlikte gecekondular sermayenin önünde bir engel olmaya başladılar. Şehrin muhtelif yerlerine dikilmiş gecekondularda oturan yoksullar için oturdukları yerler artık “fazla değerli” idi. Gecekonducuların oturdukları yerlerden sürülmelerinin vakti gelmişti. Bu yağma ve talanın adı da “Kentsel Dönüşüm Projeleri” oldu.  Kentin büyümesi ile birlikte şehrin neredeyse merkezinde kalmış ve çok büyük bir rant alanı haline gelmiş olan bölgelerde gecekondular kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde yıkılmakta ve yerine lüks konutlar yapılmaktadır. Kentsel yağmanın hedefi olan bölgelerde yerleşik halk için, en basit anlamda yaşamlarına ait bildikleri, paylaştıkları, ürettikleri veya tükettikleri ne varsa, şimdi birden bire yok olup bitme noktasında, ciddi bir tehdit ile karşılaşmaktadır.  İnsanlar; doğup büyüdükleri, hatıralar edindikleri, aile ve sosyal çevre kurdukları, sosyal-kültürel açıdan beslendikleri, kendilerini güvende hissettikleri ve kendilerine ait bildikleri, hatta kendileri (birey) olmanın temelinde yatan bir bütünsel yapıyı; tabi ki öncelikle bir evi, ancak aynı zamanda bir sokağı, mahalleyi, komşulukları, tanışıklıkları, yaşanmışlıkları; öncelikle inkar etmeye ve ardından terk etmeye zorlanmaktadırlar. Artık "kentsel yağma" anlamını taşıyan günümüz kentsel dönüşüm uygulamaları, gerçekte kentin ve kent halkının değil, doğrudan sermayenin çıkarlarının gereğidir ve bu nedenle, beraberinde/karşısında kent halkının direncini doğurması, bir beklentinin ötesinde kaçınılmaz olandır. Kentlerimizin geleceği de, işte bu dirençtedir. Onun farkında olmak, onu anlamak ve hatta onun bir parçası olabilmek gerekir.  Gecekondusunu savunan yoksul kentliler, gerçekte hepimizin yaşamını ve geleceğini tehdit eden kentsel yağmanın, bu gün için ilk kurbanlarıdır. onlardan sonra sıra bize, bizim apartman dairelerinize, parklarınıza, sokak ve mahallelerinize, okul ve hastanelerinize gelecektir. Yıkılanların yerine yapılacak olanlar da; gerçekte hiçbir zaman bize, bu kente ait olmayacaktır.














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder